7 Şubat 2008 Perşembe

KÜRESELLEŞME SÜRECİ

1980'lerden itibaren çok taraflı ticaret sisteminin uluslararası ticareti serbestleştirmesi dünya ticaretinin artmasına yol açmış; serbest piyasa ekonomisi kavramı giderek daha fazla benimsenmeye başlamış; mal, sermaye, hizmet ve işgücünün ülkeler arasında serbest dolaşımını sağlayan düzenlemeler ağırlık kazanmış; teknolojik gelişmenin sunduğu yeni olanaklar ülkeler arasındaki sınırları daha az belirgin hale getirmeye başlamış; bu gelişmelere koşut olarak, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık güçlenmiştir. Öte yandan, küreselleşmenin etkileri yalnızca ekonomik alanda değil, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda da kendini göstermiştir. Küreselleşme eğilimiyle eşzamanlı olarak demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı gibi kavramlar uluslararası alanda yayılmaya başlamıştır. Küreselleşmenin insanlar için sunduğu yeni fırsatlar ve olanaklara karşılık, dünyanın çeşitli bölgeleri zaman içinde ekonomik kalkınma ve sosyal refah politikalarının bu gelişmelere paralel şekilde ilerletilmesinin getirdiği sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Küresel olarak, dünya toplumu yeni yüzyılın başında yine de eskisine göre daha eşitsizdir. Bunda, küreselleşme sürecinde yaşanan aksaklıkların denetlenmesini sağlayacak mekanizmaların yokluğu da rol oynamıştır.(1) Aşırı yoksulluk ve açlık, gelir dağılımındaki bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan dış borç sorunları, ekonomik ve sosyal dengesizlikler, sağlık ve eğitim sorunları ile işsizlik özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin halklarını etkilemiş; öte yandan bu sorunlardan nispeten daha az etkilenen ve diğerlerine yardım edebilecek konumdaki

gelişmiş ülkelerin gündemine de kaçınılmaz olarak yerleşmiştir. Gelir dağılımında görülen dengesizliklerin yol açtığı yoksulluk, uluslararası güvenlik ve barışın korunmasında giderek ön plana çıkan mücadele alanlarından biri haline gelmiştir. Zira; gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler bakımından günümüzün yeni tehditlerini ve risklerini oluşturan uyuşturucu kullanımı ve trafiği, AİDS gibi bulaşıcı ve ölümcül hastalıkların yayılması, örgütlü suçların yaygınlaşması, yolsuzluk, terörizm, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık gibi sorunların önüne geçilmesi büyük ölçüde yoksulluğun ortadan kalkmasına bağlıdır.(G8 Zirvesi, Cenova, 2001)

2. DÜNYANIN ÇEVRESEL SORUNLARI

Yeni dünya düzeni; demokrasi, insan hakları, pazar ekonomisi çevre sorumluluğunun gelişmesi üzerine kuruluyor. Ekolojik düşünce, çevreden ekonomiye, siyasetten kültüre kadar yaşamın her alanında egemen oluyor ve çevre sağlığı bir lüks değil, sağlıklı bir ekonominin uzantısı oluyor. Sanayi devrimi ile birlikte dünyanın her yerinde madenler ve fosil yakıtlar başta olmak üzere doğal kaynak tüketimleri hızlanmıştır. Nüfusun artmasıyla orman ve tarım alanları aleyhine sanayi ve kent alanları genişlemiştir. Dünya Bankası tahminlerine göre: 2000 yılı dünya nüfusu 6 milyar 54 milyon olup, 2025’de 8 milyarı aşmış olacaktır. Verilere göre artan nüfusun %95 kadarı dar gelirli kesim iken, 2030’larda kentli nüfus kır nüfusunun 2 katına erişecektir.(2) Nüfusu hızla artan dünyamızda birçok yöre doğal olma özelliğini kaybetmekte ve özellikle insan yerleşimlerinin ve medeniyetlerinin beşiği Akdeniz havzasında bu olayın ivmesi daha da hızlı olmaktadır. Dünya Akdeniz çanağı, dünya turist sayısının %31ni, dünya turizm gelirlerinin %26’sını, dünya yatak kapasitesinin %25’ni elinde barındırıyor. BM’ler tahminine göre; 45000km uzunluğundaki bu havza 2000li yıllarda tamamen kirlenecektir.(3) Kentleşme, kitlesel üretimin yanı sıra ulaşım teknolojisindeki gelişmeler, altyapı yatırımlarını, mal ve hizmet taleplerini de hızlandırmıştır. Talepteki hızlı artış gerek coğrafi gerekse teknolojik olarak yeni enerji kaynaklarının aranmasını gündeme getirmiştir. Karbondioksit ve diğer bazı gazların emisyonun artması “sera etkisine” yol açarak, küresel ısınmaya ve kutup buzullarının erimesine, karasal alanların sularla kaplanmasına yol açmaktadır. Gazların yoğun kullanımından kaynaklanan atmosferdeki ozon tabakasındaki delik, öldürücü güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşımını kolaylaştırmaktadır. Tropikal ormanların hızla yok edilmesi, dünyadaki toplam yağmur miktarının azalmasına, dünyanın her geçen gün çölleşmesine ve sulardaki tuzluluk oranının artmasına yol açmaktadır. Sanayideki gaz emisyonlarından kaynaklanan bir sorun da asit yağmurlarının ormanları tahrip etmesidir. Ormanların yok olması erozyon, hammadde kaybı ve yararlı bitki ve hayvan türlerinin neslinin tükenmesine yol açmaktadır. Dünyanın nüfusunun hızla artması kent ve altyapı alanlarının, tarımsal alanları kaplayacak ölçüde gelişmesi, gıda üretiminin azalmasına yol açmaktadır. Daha az alanda daha çok üretim amacıyla kullanılan gübre ve tarımsal ilaçlar toprağın doğal yapısını bozmakta ve verimlilik ömrünün kısalmasına yol açmaktadır. Bu durum insan vücuduna gıda yoluyla daha çok zararlı kimyasal madde girmesine yol açmaktadır. Bu felaketler daha da sıralanabilir; ancak, bu çalışmamızın kapsamını ve boyutlarını aşacak niteliktedir. Dünya kaynaklarından alabildiğine yararlanmayı öngören tüketime dayalı “Savurgan Dünya Görüşüyerini, dolayısıyla artan nüfus artışı ve tüketim nedeniyle bu kaynakların korunmasını öngören “Sürdürülebilir Dünya Görüşüne bırakmaktadır.

BM, 1987 Brundtland Raporu; Sürdürülebilir kalkınmayı “Gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılaşabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünün kuşaklarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlamıştır.(WTO,1998,20) Sürdürülebilir kalkınma, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya olanak verecek şekilde, doğal kaynakların rasyonel yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere yaşabilecekleri bir doğal fiziki ve sosyal çevre bırakmak yaklaşımıdır. Böylesi bir yaklaşım kalkınmanın her aşamasında ekonomik ve sosyal politikalarla çevre politikaların birlikte ele alınıp, entegre bir şekilde uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.(GODFREY,1996,60) Süreklilik kavramı, “atalarımız için lüks olanın bizim için günlük gereksinim haline gelmesi”nden sevinç payını çıkaran yağmacı bir tutumla bağdaşmaz. Süreklilik ekonomisi bilim ve teknolojide temelin bir değişimi anlamına gelmektedir.(SCHUMACHER, 1995,23) O halde bu yaklaşımda, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen ülkelerde çevre politikalarıyla uyumlu, nüfus, gelir dağılımı, eğitim, hukuk, sanayileşme, dış ticaret, bayındırlık politikaları gibi tüm makro ve mikro nitelikteki politikalar birlikte ele alınmaktadır. Çöp ve atık santrallerinin kurulması, cam şişelerin yeniden değerlendirilmesi, kurşunsuz benzinlerin kullanılması, elektrikle çalışan otomobiller, vb. gibi çalışmalar, sürdürülebilir kalkınma stratejisinin konseptini güçlendirirken, bunun yanı sıra bölgelerarası farklılıkların kapatılması, cinsiyet ayırımının ortadan kaldırılması, eğitim seviyesinin yükselmesi, çocuk seks turizminin engellenmesi gibi konular da, sürdürülebilir kalkınma stratejisinin bir unsurudur.

2.1. Sürdürülebilir Kalkınmanın Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Önemi

Kalkınma sürdükçe, bunu sağlayan doğal kaynaklar bileşiminde de değişmelerin olması kaçınılmazdır. Bu durum, hızlı küresel rekabet içindeki G.O.Ü.’leri, kalkınmışlık ölçütlerine ulaşmada ve bunu sürdürebilir kılmada yalnızca ekolojik politikalara değil, diğer tüm eko-politikalarda da uzun dönemli çevresel vizyonlara sahip olmasını gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde daha çok sanayileşme, kentleşme ve metropollerin artışına paralel olarak gelişen üretim ve tüketim artışlarından kaynaklanan çevre sorunları söz konusudur. G.O.Ü.’de ise durum farklıdır. Gelişen sanayiinin yarattığı çevre sorunlarının yanı sıra daha çok azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlar daha ağırlıklıdır. Bu sosyal ve teknolojik ikiliğin temelinde varolan yapısal sorunların başında nüfus artışının yüksek olmasından kaynaklanan baskılar gelmektedir. Bu durum bir yandan tüketim eğilimlerini arttırırken, diğer yandan kırsal kesimin iticiliği nedeniyle altyapının taşıyamayacağı ölçüde bir kentleşmeye yol açmaktadır. Yetersiz sermaye birikimi nedeniyle geri kalmış teknolojilerin yarattığı atıklar çevreyi her geçen gün daha fazla kirletmektedir. Sanayiinin belli bölgelerde kutuplaşması gerek tarım gerekse turizm vb. sektörlerde kaynakların optimal kullanılmamasına yol açarak israfa neden olmaktadır. Organize sanayi bölgelerinin yaygın bir şekilde gerçekleştirilememiş olması sonucu küçük ölçekli sanayi kuruluşlarının kent içinde yer alması çevreyi tahrip eden bir başka unsurdur.(FİSUNOĞLU, 1991, 11) Kalkınma çabasındaki ülkelerde tarım, ormancılık, balıkçılık ve madencilik gibi faaliyetlerin M.G. içindeki payı, toplam istihdamdaki ve ihracattaki payları yüksektir. Başka bir deyişle, söz konusu ülkeler doğal kaynaklara bağımlılıkları yüksek olan ülkelerdir. Bu durum, bu ülke insanların çevreyi kendini yenileyebilme yeteneğinden daha hızlı kullanmaya zorlamaktadır. Gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazla oranda G.O.Ü.’de tropik ormanlar tomruk, tarımsal ve konutsal arazi için tahrip edilmektedir. Nüfus baskısı ve erozyon marjinal arazilerin kullanımını arttırmıştır. Ayrıca, daha sonra turizm sektörü için ayrıntısına gireceğimiz bir başka olumsuz durum da, G.Ö.Ü.’lerin kalkınma çabalarında karşılaştıkları döviz darboğazı ve dış açık sorunlarının bu ülkeleri kirlilik yaratan ve çevreyi kolaylıkla tahrip etme özelliği olan “yabancı sermaye yatırımlarının kabulünde” güçsüz ve özensiz davranmaya itmesidir.

2.2. Ekonomik Büyüme ve Çevre

Gelecekte gelişmiş ülkelerin toplam nüfusunun bugünkünden az olacağı hatırlanacak olursa, dünya nüfusunun çoğunluğunun G.O.Ü.’lerde olacağı anlaşılmaktadır. Bu durum, büyüme ve çevrenin karşılıklı ilişkisini G.O.Ü. için daha da önemli hale getirmektedir. Kalkınma sürdürülebilir olması için gerek fiziki gerekse beşeri sermayeye yapılan yatırımların değeri, kullanılan doğal kaynakların değerine en az eşit olmalıdır.(TUNÇSİPER, 1996, 190) Teknolojik ilerlemeler doğal kaynakların üretim maliyetlerini azaltmaktadır. Ancak, doğal kaynakların kullanımına bağlı olarak toplam arzında meydana gelen azalışlar, doğal kaynakların fiyatlarını arttırmaktadır. Bir yandan bu durum daha fazla çevre tahribine ve ekonomide enflasyonist baskılara yol açarken, diğer yandan da bu kaynağın korunması ve ikamelerinin bulunması yönündeki yatırımlar artmaktadır. Çevreyi korumak amacıyla yada yaratılan kirliliği önlemek amacıyla yapılan harcamalar, diğer üretken alanlardaki kullanılabilecek kaynakların azalmasına yol açacaktır. Bu ekonomik büyümeyi engelleyici bir durumdur. Artık “çevre koruma” bir neden, ekonomik “büyümenin yavaşlaması” ise bir sonuç haline gelmektedir. Çevre kalitesindeki iyileşmenin sağladığı fayda, bunun için katlanılan maliyete eşit ise toplumsal refah reel anlamda değişmeyecektir. Oysa bugün milli gelir hesaplamalarında, doğal kaynakların kullanıma yada varlıklarının değeri dikkate alınırken, tüketilmelerinden doğan zararlar reel olarak hesaplanamamaktadır. Doğan olumsuz dışsallıklar da maliyetlerin reel olarak hesaplanamamasında en önemli neden olmaktadır. Bu nedenlerden ötürü özellikle G.O.Ü.’lerde kirletip sonra temizleme veya doğadan sınırsızca yararlanma yerine bilinçli şekilde doğayı koruyup-kullanma ilkesine önem verilmelidir.(3) Bu çerçevede amaçlanan sonuç, doğru biçimde fiyatlandırılmış ve insan yaşamına kalite katan ürün ve hizmetlerin gezegenimizin ekolojik kapasitelerine uygun nitelikte bir kaynak tüketimine dayalı olarak topluma sunulmasıdır. O halde sorun çevre verimliliği azaltmaksızın, refah artışını gerçekleştirmektir.

3. KÜRESELLEŞME –TURİZM SEKTÖRÜ İLİŞKİSİ

20.yy.daki bilimsel ve teknik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan küreselleşme eğilimleri, artık dünya genelinde hiçbir istisnaya yer bırakmaksızın yaşanmaktadır. Dünyanın yaşamakta olduğu hızlı değişim, tüm sektörleri olduğu gibi turizm sektörünü de etkilemektedir. Dünyanın küçük küresel bir köye doğru gittiği bir zamanda, bu küçülmenin ardında turizmin etkilerini görmemek mümkün değildir. Özellikle küreselleşmenin somut örnekleri olan doğu bloğunun aniden yıkılması, Berlin duvarının yıkılmasının hemen ardından iki Almanya’nın çok kısa bir sürede tek bir ülke haline gelmesi, doğu bloğu ülkelerinin birdenbire serbest piyasa ekonomisine girmeleri ve bazılarının da bundan önemli başarılar elde etmesi, tümüyle dünyadaki küreselleşme eğilimlerinin bir sonucudur. Turizm, dünyada başka farklı kültürlerin varlığını görsel ve işitsel medyadan öğrenen insanlara bu kültürleri yakından tanıma olanağı tanımıştır. Doğu Avrupa’da yaşanan hızlı değişimin yalnız siyasal alanda değil, sosyal ve ekonomik yönleri ile de ele alındığında, en çok ve en çabuk etkisini göstereceği alanın turizm olduğu görülmektedir. Ulaşım araçlarındaki ilerlemeler, seyahatteki demokratikleşme, boş zamanların artması, turizm sektörü üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır. Dünyada küreselleşme ile ilgili düşüncelerin yaygınlık kazanması ile uluslararası seyahate çıkan kişi sayısının yüz milyonlarla ifade edildiği dönemlerin 20yy.’ın son çeyreğine rastlaması tesadüf değildir. Uluslararası turist rakamları ve bu sayılarda artış gösteren dönemlerin son 15-20 yıla tekabül etmesi bu görüşü desteklemektedir. 1950’den 1975’e yalnızca 4 kat artan uluslararası sayısı, 1975-1994 arasında diğer dönemle karşılaştırıldığında 19 kat artmıştır. Görüldüğü üzere uluslararası turist sayısının patlama gösterdiği dönemler ile küreselleşme düşüncesinin dünya gündemine girmesi arasında oldukça yakın bir korelasyon bulunmaktadır. (AKSÜ,1997,43/46)

21. yüzyıl başlarında dünya turizminde gözlenen temel değişim unsurlarına bakıldığında küreselleşmenin bu sektör üzerindeki etkileri ana hatlarıyla belirlenebilir. Bu temel değişim iki ana başlıkta toplanabilir. Birincisi, teknoloji diğeri insan; Birbirinden bağımsız olmayan bu iki unsur küreselleşmenin getirdiği ve getireceği tüm yeni bilgi ve koşulları da üzerinde taşımaktadır.. Küresel yaşamın gereği haline gelen İnternet, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi turizmde de yaygınlaşmış ve bilginin paylaşım hızını arttırmıştır. Bu durum turist profiline de yansıyarak daha bilinçli, sofistike, kültür düzeyi ve beklentisi yüksek bir yapı kazandırmıştır. İnternet yoluyla, gitmeden birçok ülke hakkında bilgi sahibi olmak, ülke seçiminde internetin önemli bir yol gösterici hale gelmesine neden olmuştur. Yine kömünikasyonda ve ulaşımda sağlanan teknolojik gelişmeler insanlara zaman ve serbest dolaşım özgürlüğü sağlamıştır. İnsanların gerek bilgi gerekse zamansal özgürlüklerinin artması, küresel yaşamın dayattığı ve beslediği yaşam kalitesinin yükseltilmesi isteği ve refah artışı ile birleşince, her geçen gün değişik nedenlerle sınırları geçen, geçmek isteyen insan sayısı da artmaktadır. Başka bir deyişle, ekonomik ve siyasi sınırların kalktığı dünyada kültürel sınırları da turizm kaldırmakta. İnsanlar, turizm aracılığıyla kültürlerini ve bilgilerini gittikleri yere götürüp, oradan yeni kazanımlarla dönmektedirler. Seyahat ve boş zaman faaliyetleri, haklar arasındaki bütünleşme açısından çok önemlidir. Turizmin sosyal ve kültürel katkısı, sadece onun yararlı etkisiyle sınırlı değildir. Bu nedenle, turizmin küreselleşmenin hızlanmasında en önemli faktör söylenebilir. Turizm küreselleşmeyi hızlandırırken, bu sektörün yaşadığı sorunlarda ulusal veya bölgesel olmaktan çıkmış, küresel bir niteliğe bürünmüştür. Sorunlar ulusal devletin sınırları içinde başa çıkılabilecek sorunlar değildir. Enformasyon nasıl ulusal sınırları tanımıyorsa, kirlilikte tanımamaktadır.(KUTLU,1995,131) Turizmin ana hammaddesi olan doğal kaynaklar, kültürel tarihsel çevre tek bir ulusun değil, insanlığın malıdır. Bu açıdan bakıldığında, Turizm ve küreselleşme arasındaki karşılıklı ilişki her iki yönde de hızlanmaya sebep olurken, uluslarüstü çevresel sorunlar da sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Sınırların ve mesafelerin önemini yitirdiği küreselleşme süreci içinde ve hızlı ulaştırma ile etkin haberleşme ortamında gelecek on yılların egemen sektörü olacağı tartışmasız kabul görüyor. Uluslararası turizm bugün dünya ülkelerinin %83’nün en önemli 5 kategorisinden biridir; en azından %38’nin döviz kazanmada temel kaynağıdır. GSMH içindeki payı çeşitli gelişmiş ülkelerde %3 ile %10 arasında pay alırken, küçük ada ülkelerinde ve GOÜ’de %40’ı oluşturmaktadır. Emek- yoğun bir sektör olarak büyük bir istihdam ve vergi geliri kaynağıdır. 2020’de uluslararası turizm hareketlerinin yaklaşık 1.6 milyara ulaşacağı beklenmektedir. Şimdiki ekonomik ve sosyal trend devam ederse, dünya nüfusunun şu andaki %7 sinden daha fazlasının uluslararası seyahat hareketinden etkileneceği açıktır.(HANDSZUH,2001,5) Bu gelişmeler yalnızca niceliksel değil aynı zamanda niteliksel farklılaşmalarda göstermektedir. Bu alandaki çalışmalar 21.yy.’da turizm talebini belirleyen en önemli etkenin çevre olacağını göstermektedir. Bu gelişmeler karşısında teorisyenler ve planlamacılar bir taraftan “turizmde sürdürülebilir gelişme” kavramını ortaya atarken diğer taraftan turizmin yeni biçimlerini tartışmaya açmıştır. Her endüstri gibi, turizmde doğrudan doğal kaynaklar ve toplumun mirasını kullanmaya bağlı olduğundan bu durum bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik kalkınmada artık koşul haline gelmiş olan sürdürülebilirlik kavramı, turizm alanında da merkezde yer almaktadır.

Dünyadaki değişimin diğer bir boyutu ise dünyanın pek çok ülkesinde yaşayan kişilerin aktif olarak turizm talebinde bulunmaya başlamalarıdır. Küreselleşme eğilimleri, makro düzeydeki turistik ürün üzerindeki etkileri oluşturmuştur ve turizm sektörleri değişen yeni şartlara uyum sağlama süreci içerisine girmişlerdir. Değişen yeni şartlara uyum sağlayamayan ülkelerin turizm alanında geri plana düşmeye mahkum oldukları görülmektedir. Tüketici artık daha kaliteli işletmeleri ve daha kaliteli hizmet anlayışını tercih etmektedir. Çevre bilinci ve çevre konusundaki değerlendirmeler, tüm sektörlerden belki de daha fazla turizm sektöründe de satın alma kararlarını ve pazarı etkilemektedir. Bu olgular ülkeleri, tüm yıla yaygın turizm ve yeni ürün politikaları geliştirmeye, daha kaliteli turistik ürün sunmaya ve bazı turizm ürünlerinde uzmanlaşmaya zorlamaktadır. Örneğin, kutuplara seyahat, sualtı turizmi, çiftlik turizmi, dağ, nehir, mağara, köy turizmi gibi, alternatif turizm türleri daha da gelişmeye başlamıştır. Bunun sonucunda ülkeler hizmet kalitelerini arttırmakta ve artık daha bilinçli ve eğitim düzeyi daha yüksek turistlerin kendi ülkelerinde tatillerini geçirmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu konuda ortaya bazı sorunlar çıkmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yasalarla henüz yeterince emniyet altına alınmamış, henüz tam olarak korunmamış, ekolojik olarak duyarlı ekonomik faaliyet alanları –ki bunların başında ormanlar, balıkçılık, biyolojik çeşitlilik ve madenler gelir- küreselleşmenin paralelinde büyüyen ulussuz sermayenin tehdidi altındadır. Yani başka bir deyişle, ev sahibi ülkedeki yasal boşluklar, yağmur ormanlarının belki satın alınmasına, kiralanmasına, tıraşlanmasına, göller ve sahil şeritlerinin gelişmiş teknolojilerin yardımı ile insafsız bir balıkçılık faaliyetinin hedefi olmasına yol açabilmektedir. Bu yasal boşlukların yanı sıra, serbest piyasa ekonomisinin getirdiği gümrük, kota vb. ticaret engelleyici engellerin kaldırılması isteği çerçevesindeki “çevre standartlarının yükseltilmesine engel olunması” bu tehdidi daha da artırmaktadır. Alınması düşünülen, neo-liberalleştirme önlemleri sonucunda yatırım yeri olma konusunda ortaya çıkacak rekabet, pek çok ülkenin Hükümetini yatırım engellerini ortadan kaldırmaya yöneltecektir. Çevre koruma düzeyi zaten düşük olan pek çok ülkede yatırım hedefi olarak cazibesini korumak ve arttırmak amacıyla Hükümetler, çevre standartlarını yükseltici uluslar arası sözleşmelere imza koymaktan kaçınacaklardır.(4)

Çokuluslu otel işletmeleri küreselleşme eğilimleri ile birlikte, dağıtım kanallarında daha karmaşık örgüt yapıları içine girmeye başlamışlardır. Ortaya çıkan yeni oluşumlar sunulacak olan mal ve/veya hizmetin maliyet yapısının belirlenmesini güçleştirirken, belirlenecek olan fiyatın da, çoklu örgütlenme yapıları arasında yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak fiyatlama küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan ve günden güne artarak gelişen rekabet ortamında, işletmelerin ayakta kalmasına etki eden önemli bir faktör olmaktadır.(5) Ancak 1991-Körfez savaşı, 11 Eylül Saldırısı olayındaki gibi bugün dünyanın her hangi bir noktasında meydana gelen bir değişiklik tüm dünya piyasalarına hızla yayılıp ulusal fiyatları etkilemektedir.(WTO,2001,9) Böylesi küresel boyuta hızla yayılan ekonomik krizler altyapı yatırımlarını da etkileyerek hükümetleri, turizme yapılacak altyapı yatırımları miktarında kısıtlamaya gitmeye zorlamaktadır. (Örneğin: Türkiye’de 2000-2005 için %40 kamu altyapı yatırımları azaltılacaktır.) Daha da önemlisi, fiyat esnekliğinin yüksek olduğu turizm sektöründeki işletmeler böylesi durumlarda günü kurtarma kaygısı ile, genelde de tasarruf politikası adına işgücü ve tüketim malzemeleri konularında hizmet kalitesini ikinci plana itmektedirler. Oysa, turizm sektörünün geleceği, doğrudan hizmet kalitesinin niteliğine paralel olarak gelişecektir. Fiyat ve kalite dengesini kuramayan hiçbir ticaretin yeni ekonomide yaşama şansı bulunmamaktadır. Turizm gibi sınır tanımayan ve dünya konjonktüründen çok çabuk ve ciddi etkilenen hassas bir sektörün yönlendirilmesi artık tesadüfi karar ve oluşumlara değil, uzun vadeli ve kararlı politikalara dayandırılmak zorundadır. Sorunlara köklü ve uzun vadeli çözüm önerileri ile yaklaşmak ve sektörde yeniden yapılanmayı sağlamak suretiyle dünya gündemindeki konulara ilişkin duyarlı strateji, taktik ve tedbirler geliştirebiliriz.(KÖLETAVİTOĞLU,1998,46)

Hiç yorum yok: