13 Şubat 2008 Çarşamba

Küresel Isınmanın Etkileri

Küresel ısınma en büyük etkisini 21. yüzyılda gösterecek.Dünyanın her yerinde küresel ısınmanın etkileri üzerine görüşmeler yapılıyor.Yıkıcı etkilerinin nasıl yavaşlatılabileceği konusunda araştırmalar yapılıyor. Küresel ısınmayla birlikte deniz seviyeleri yükselecek.10 yıl kadar sonra geri dönüş mümkün olmayabilir.

Sera etkisiyle de gezegenimiz günden güne yok oluyor.Gezegenimizin çevresini saran bir kalkan var.Bu kalkan Nitrojen ve Oksijenden oluşuyor.Bu kalkan CO2 ( Karbondioksit) ve CH4 ( metan gazı) sebebiyle zarar görüyor.

Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini ya da 1 milyondan fazlasını yok edecek” denmektedir. Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte.

Yerkürede 1992 verilerine göre 12,5 milyon tür yaşamaktadır. Bu türlerin insan marifetiyle yok olma hızları doğal yok olma hızlarının 100 ila 1000 katı olarak tahmin edilmektedir, bu eğilim devam ederse 50 ilâ 100 yıl içerisinde mevcut türlerin %10-50’sinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bugün doğadaki kuş türlerinin yaklaşık %15’i –ki bu 1000 türe karşılık geliyor– tükenme tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı türlerini de doğrudan etkileyecektir.

Dünya besin üretimi giderek sınırlı sayıda bitki türü ve çeşidine bağımlı hale gelmektedir. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketilmiştir; %18’i aşırı tüketildiği için yok olmaktadır, %10’u ise aşırı tüketildiği için verimliliğini yitirmiştir. Okyanuslarda birikmiş olan karbon miktarları yüzünden okyanusların asitliği artmıştır. Bu, balıkların yaşamını doğrudan etkileyecek bir durumdur. Hepsi birer karbon emme makinesi olan mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı görülüyor. Böyle bir durum doğadaki karbon zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz boyutlarda artmasına sebep olabilir.

Yapılan araştırmalara göre, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyıl boyunca 0,6 ºC kadar artmış, son kırk yıldır atmosferin 8 kilometrelik alt kısmında sıcaklıklar yükselmiş, kar örtüsü ve buzlanma ise %10 civarında azalmıştır.

Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, 11 bin 700 yıl önce Afrika’yı etkisi altına alan hava dalgasıyla oluşan Kilimanjaro buzulu erimeye başladı. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, “uydu verilerine bakılırsa, 2020 yılında Kilimanjaro’nun beyaz şapkası yok olacak” deniliyor. Yok olacağından söz edilen Kilimanjaro’nun tepesinde bulunan buz tabakası, şu anda bile susuzluk çeken Tanzanya’nın nehirlerini besleyen ana kaynak. 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir.

7 Şubat 2008 Perşembe

4. TURİZMİN ÇEVREYE ETKİLERİ

Bugünün en önemli sektörlerinden biri olan ve daha da genişlemesi beklenen turizmin ekonomik, fiziki, sosyal ve kültürel etkileri mevcuttur. Bu etkiler kimi zaman iç içedir. Dolayısıyla kesin çizgilerle ayırmak güçtür ve çalışmamızın kapsamını aşacak nitelikte analizler içermektedir. Bu nedenle söz konusu etkileri burada genel olarak temel ayırımlarda özetlemekle yetineceğiz.(ÖZBEY, 2002,16)

4.1. Turizmin olumlu etkileri :

Fiziki: Doğal ve yapısal kaynakların korunması, yeniden, yapılandırılması ve güçlendirilmesine yardımcı olur. Uluslararası düzeyde kabul görülen kalite standartları ile doğal kaynaklara erişimi sağlar.Yerel insanların elde edebilecekleri, kaliteli fiziksel çevre düzenlemeleri teşvik eder. Geçmiş asırlardan kalan kullanılmamış, kıymeti düşmüş –örneğin, demiryolları, ardiye, liman, barınakların- kullanımı için ekonomik mantık yaratır ki, bu varlıklar (yapıtlar) çağdaş toplumca pek fark edilmemektedir.

Sosyo-Ekonomik: Yerel insanlara başka durumda ekonomik açıdan doğrudan katkısı olmayacak yapıtlar için piyasa, ekonomik değer oluşturur. Gelecek nesiller için koruma amaçlı gelir oluşturur. Küçük firmalar için yararlanma ve fırsatlar ortaya çıkarır. Sadece turizm faaliyetleri için değil, diğer destekleyici faaliyetler için de teşvik yaratır. Yerel insanların yaşam standartlarını, başka şekilde elde edilmesi güç olan vergi ve döviz gelirleriyle yükseltir. Restoran, spor tesisleri, yerel taşıma faaliyetlerini, yerel insanların kullanımına sunarak yaşam kalitesini yükseltir.

Kültürel-Eğitsel: Sanat, folklor, festival, tiyatro kalitesini yükseltir. Faaliyetleri destekler ve bunların sürdürülmesi için kaynak yaratır. Yerel sanat ve elişleri için piyasa oluşturur. Belirli bölgelerin yerel kimliklerini güçlendirir, yerel gururun arttırılmasını sağlar. Çevresel değerlendirmeyi hem ziyaretçilerin hem de yerli halkın anlaması için ortam yaratır.(MİDDLETON,1988,76)

Ekonomik: Turizmin gerek döviz kazandırma gerek turistik yatırım ve tüketim harcamalarının çarpan mekanizmasıyla gerekse vergi kaynağı olma özelliği ile ekonomide gelir yaratıcı etkisi olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu etki aynı zamanda kısa sürede ve düşük maliyetlerle istihdamı arttırıcı ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesine ilişkin olumlu etkiler de yaratmaktadır. (ÖZBEY,1995,25/37)

Bir anket çalışmasına göre, soru yöneltilen turizm şirketlerinin 2/3’i turizmin G.O.Ü.’lere iş sahası temini, eğitim, döviz girdisi, kültürler arası karşılaştırma ve farklı kültürler arasında ilişkiler konusunda olumlu katkısı olduğunu düşünüyorlar. Turizm sayesinde yerli halkın yaşam koşullarının iyileştiğini, seyahat acentalarının 1/3’ü düşünüyor. Ancak, sadece 1/7’si turizmin doğal çevreye olumlu katkısı olduğunu ve turizm beldelerinde turizmin gelişmesinden sorumlu olan kişinin ekolojik sorunlar ve azgelişmiş bölgelerin çevre korunarak imar edilmesi konusunda daha duyarlı hale geldiğini geldiğini söylüyor. (VİELHABER,1994, 24)

4.2. Turizmin Olumsuz Etkileri:

Ekonomik: Turizmin gerekli denetim olmadığı takdirde veya yanlış politikalar sonucu olumsuz ekonomik etkilere de sebep olabileceği savunulmaktadır.(OLALI,1990,388) Bunlardan bazıları; Ülke kaynaklarının (döviz çıkışı ve kar transferi yoluyla) ters yönlü bir ekonomik etki doğurabileceği, daha öncede değindiğimiz gibi- arazi fiyatlarının yükselmesinin ve kıt kaynakların kısa dönemli turistik çıkarlar için tahsis edilmesinin alternatif maliyet kazançları yükseltebileceği ve kaynakların yabancı sermaye tahsisi yoluyla bir kolonizasyona yol açabileceğidir. Artan dışa bağımlılık, suni fiyat artışları ve sermaye yoğunlaşması temel ekonomik sorunlar olacaktır.

Fiziki: Havaalanı, marinalar ve diğer tatil komplekslerinin kurulması toprakları aşındırmaktadır. Aşırı ziyaretçi akımı doğal çevre yapısını tahrip ederken, hayvan türlerini dışlayarak ekosistemi bozmakta ve çöp ve gürültü fazlalılığı yapmaktadır. Su ve toprak kaynakları, turizmin gelişim trendine göre yönlendirilmektedir.

Sosyo-ekonomik: Turizm çevreyi ticari bir araç haline getirmektedir; Yabancı turistlerin tüketim eğilimleri yapısına uygun yabancı mal ithali, bu bölgelerin kaynaklarının yurtdışına aktarılmasına neden olmaktadır. Sağlıksız bir piyasa yaratarak suç ve uyuşturucuyu arttırabilir. Gelişmiş ülke ahlak standartlarını yerel toplumlara tanıştırılarak, kent yaşamının öğesi olan şiddetin suçun ve hırsın artmasına, geleneksel değerlerin yok olmasına yol açabilir.(MİDDLETON, HAWKİNS, 1988,76) Turizme bağlı göç yaşanması beraberinde birçok sorunu da getirmektedir, özellikle tarımın ihmali söz konusu olabilir.

Kültürel ve Eğitsel: Yurtiçi (yerel) kültürel değerlerin ve sanat yapılarının kazanç amacıyla suni bir şekilde yeniden oluşturulmasını teşvik eder. Kültürün ticari bir turist atraksiyonuna dönüşmesi, doğal konukseverliğin kötüye kullanılması toplumun yerel değer ve kimliğini tahrip edebilir.

Özetle, Sanayileşme, nüfus artışı ve teknoloji ekseninde meydana gelen sorunlar mevcuttur. Kaynakların tüketimi, doğanın etkilenmesi, altyapı sorunlarının ortaya çıkması, artan turizm faaliyetleri sonucu ortaya çıkan kirlilik ve atıklar, bunların arıtımı ve yok edilmesi için fiziksel altyapı ve kapasite yetersizlikleri, tatlı su kaynaklarının aşırı kullanımı, ormanların yok edilmesi, kıyı ve plajların zarar görmesi, toprak erozyonu, biyolojik çeşitliliğin tahribi, kültürel mirasın zarar görmesi, hava ulaşımının ve kalabalığın yarattığı ses kirliliği, turizm sektörünün yarattığı başlıca olumsuz çevresel etkilerdir. Özellikle G.O.Ü.’de elektrik, su, kanalizasyon, arıtma, çöp toplama ve imhası gibi teknik altyapı donanımlarının yatak kapasitesindeki hızlı artışın gerisinde kalması ve üstyapının denetimsizliği bu sorunların başlıca kaynaklarıdır.

Turizmin ortaya çıkardığı olumsuz etkiler gerek ziyaretçiler gerekse de turist kabul eden toplumlar üzerinde hoşnutsuzluğa yol açmaktadır.(AVCIKURT,1996,119) Oysa turizmde yüksek kalitede bir deneyim ancak doğal kaynakların, çevrenin ve kültürel mirasın korunmasıyla sağlanabilir.(6) Doğal, çevresel, biyolojik ve sosyokültürel kaynakların korunmasına ve kayıpların en aza indirilmesinde, turizm alanındaki faaliyetlerin ve getirilerinin gelecekte de arttırılarak, devamını mümkün kılacak tek yol sürdürülebilir turizmdir. Bunun en iyi şekli de “ekoturizm” olarak kabul görmektedir.

4. SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM KALKINMASI

Sürdürülebilir turizm kalkınması, turizm sektöründe yer alan ev sahipleri ile turist kesimlerinin ihtiyaçlarının bugün varolan kaynakların gelecekte değerlerinin arttırılarak ve korunarak, karşılanmasıdır. (WTO,1998,21) Daha genel bir tanımla, sürdürülebilir turizm, insanın etkileşimde bulunduğu ya da bulunmadığı çevrenin bozulmadan veya değiştirilmeden korunarak, kültürel bütünlüğün, ekolojik süreçlerin, biyolojik çeşitliliğin ve yaşamı sürdüren sistemlerin sürdürüldüğü ve aynı zamanda tüm kaynakların ziyaret edilen bölgedeki insanların ve turistlerin ekonomik, sosyal ve estetik ihtiyaçlarını doyuracak şekilde ve gelecek nesillerin de aynı ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri biçimde yönetildiği bir kalkınma şeklidir.

Varlığını tamamen çevre ve insan üzerine kurgulayan turizm endüstrisi için turizmde sürdürülebilirlik, ancak uzun dönemli olmak stratejisi ile anlam kazanabilmektedir. Aksi taktirde, bugünkü kuşakların dahi artık yararlanamadığı turizm kaynaklarından gelecek kuşaklarında yararlanması mümkün olamayacaktır. Sürdürülebilir turizm kavramı turizm ile çevre arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Sürdürülebilir turizmin teknik, mantıksal ve bilimsel anlamda ele alınması turistlerin, turistik yörenin nüfusunun ve toplumların gelişmesi için ahlak ilkelerinin ortaya konmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca, turizmin doğal çevre elemanlarına olan bağımlılığı; turizm endüstrisinin dikkatli bir biçimde planlanmasını ve yönetimini gerektirmektedir. Turistik ürünü çevresel unsurlara dayandırarak yeşil öğeyi ön planda tutan özel sektör girişimcileri sürdürülebilir turizmden kazanç sağlayabilmektedirler. Sürdürülebilir kalkınma ile turizm arasındaki ilişkiler çevresel değerler üzerinde odaklanmaktadır. Çevre; hava ,su, toprak, yer altı, yerüstü zenginlikleri, bitki-hayvan çeşitliliği ve insanlar arasındaki ilişkiler olduğuna göre, turizm ile doğa ve kültürel çevre arasındaki ilişkiler, çevresel faktörlerin turizm üzerindeki ve turizmin de çevresel faktörler üzerindeki etkileri, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ile turizm endüstrisi arasındaki ilişkiye ışık tutmaktadır.(ÇAVUŞ,TANRISEVDİ, 2000,153)

4.1. Sürdürülebilir Turizm Kalkınmasının İlkeleri

1. Turizm için doğal, kültürel ve diğer kaynaklar halen topluma sağlamakta olduğu yararların yanı sıra gelecekteki kullanımının sağlayacağı yararların devamlılığı için de korunmalıdır.

2. Turizmin kalkınması, turizm alanında sosyo-kültürel sorunlar ya da ciddi çevresel sorunlar yaratmaması için, planlanmalı ve yönetilmelidir.

3. Turizm alanının kapsamlı çevresel kalitesi sürdürülmeli ve ihtiyaçlara göre geliştirilmelidir.

4. Turist memnuniyetinin yüksek seviyesi turistik alanların pazarlanabilirliğinin ve popülerliliğinin gelecekte de sürdürülebilmesi için korunmalıdır.

5. Turizmin yararları, topluma hızlı bir şekilde yayılmalıdır. Toplum- temelli turizm projeleri yerel bölgelere yararların dağıtılmasında önemli bir tekniktir.

6. Yerel ekonomileri desteklemek ve güçlendirmek. Sektör bileşenlerini ve halka sürekli danışmak yoluyla yöre halkının karar mekanizmalarına katılımını sağlayarak, araştırma yapmak.

Sürdürülebilir turizmde esas olan, doğal alanların ve kırsal kesimlerin, geleceğin turizm alanları olarak, turizmin olumsuz çevresel etkisinden korunması, günümüz turizmi içinde turistlerin çevresel sorunları olmayan ortamlarda, doğa içinde turistik etkinliklere katılmasıdır. Tüm bu çabaların gerçekleştirilebilmesinde hükümetlere, özel sektöre, gönüllü kuruluşlara ve bireylere düşen önemli görevler söz konusudur.

4.2. Sürdürülebilir Turizmin Araçları

Sürdürülebilir turizmin gerçekleşmesi için kamu ve özel sektörün kullanabileceği belli başlı araçlar şunlardır:

Kamu sektörü için: Çevre ve doğal kaynakların kullanımında koruyucu, tepkici, akılcı, uygulanabilir, eğitici düzenlemeler ve ölçme metotlarını geliştirmek; Yapı ve inşaat ve diğer altyapı özellikle ulaşım düzenlemeleri; Danışma merkezleri, reklam gibi yöntemler kullanarak talep etkileyici önlemler; Turizmle ilgili diğer sektörlerle bağlantılı iş alanlarındaki, çoğulcu-destekli aktiviteler ve diğer ticaret araçları. (WTO,1998,94-95/115/117)

Özel sektör için: Ürün kalitesine yönelik politikalar, kamu sektörüyle işbirliği içinde çevre koruma düzenlemeleri ve bunu fiyat politikası yardımıyla etkin bir şekilde fiyatlarına yansıtması, Enformasyon-tutundurma politikaları, Dağıtım, yer, erişimde ve personel eğitiminde enformasyon teknolojilerini kullanmaya yönelik politikalar. (HANDSZUH,2001,6/7)

5. EKOTURİZM

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1998 yılı kararıyla 2002 Yılını “Dağlar Yılı” ve WTO- 2000 yılı kararıyla “Ekoturizm Yılı” ilan etmiştir.(7) Kentsel ortamların insan yaşamını olumsuz yönde etkilemesi, bu ortamlarda çalışan ve yaşayan insanların doğal ortamlara olan gereksinimlerini arttırmıştır. Bu nedenle, doğal ve kültürel çevrenin korunması ve geliştirilmesi turistik çekiciliği büyük ölçüde arttırmaktadır. Çeşitli kaynaklarda alternatif turizm olarak tanımlanan, son yıllarda popüler hale gelen ve 21. yüzyıldaki seyahat trendlerinde önemli bir yer edineceği tahmin edilen ekoturizm, kaynağını doğrudan çevreden almakta ve sürdürülebilir turizm çatısı altında ziyaretçilerin çevresel duyarlılıklarına turizm aracılığıyla hizmet etmektedir. Gerçektenden de ekoturizm; ekonomik, toplumsal ve estetik gereksinimleri karşılarken çevresel kaynakların sürekliliğini sağlayarak tatmine dayalı kazançlar aramayı amaç edinen bir turizm yaklaşımıdır.(GODFREY,1996,384) Ekoturizm: Yerleşik toplumların bütünlüğüne, varlıklarına saygılı, ekosistemin korunmasına katkıda bulunarak, en azından ekosistemle uyumlu bir şekilde gerçekleştirilen sorumluluk gerektiren bir doğa seyahat deneyimidir.(BUTLER,BOYD, Seeing...,1996,386)

Daha önceki kısımlarda da ifade ettiğimiz üzere G.O.Ü.’lerin turizme bağlılıklarının daha fazla olması nedeniyle ekoturizm çoğunlukla bu ülkelerde daha yaygın görülmektedir; Bununla birlikte son yıllarda gelişmiş ülkelerde de yaygınlaşmaya başlamıştır.(BUTLER,BOYD, Management...1996,557) Ekoturizm, ekonomik, kültürel ve tarihsel verilere dayalı beklentileri içerir. Geleneksel güneş, deniz, gezme-görme, alanları, turistik alanların doğal ve kültürel dokusunu koruyacak faaliyetler ve programlar ve ziyaretçilerin beklentilerini karşılayacak gelişme planlarıyla desteklenen turistik istasyonlar ekoturizmin bir parçası durumuna gelmişlerdir. Tarihsel turizm anlayışına göre aşırı yapılaşan bölgeler için bu yeni anlayış hem söz konusu bölgeler için hem de el değmemiş bölgelere uygun gelişme olanakları sunmaktadır.

Ekoturizm doğayı koruma özelliğinin yanı sıra, bir yandan ürün farklılaştırması yaratarak daha büyük ve gelişen pazara girilmesini sağlarken bir yandan da dış tanıtımda prestijin artmasını sağlar. Dışsal olarak yeni pazarlar yaratır. ( dönüşümlü mallar; kağıt-cam sanayi, suda çözünen sabunlar, çöp öğütücüsü, düşük voltajlı ampul, elektrik, kalorifer yada çeşmenin otomatik kapanması gibi enerji kullanımını azaltıcı önlemler içeren sanayiler) Bu aynı zamanda (otel endüstrilerinin gelirlerin %5’ni enerji harcamalarında kullandıkları düşünülürse) maliyetlerin de azaltılmasında önemli bir unsurdur.

Ekoturizm ile yaratılmış olan gelir yerel halka doğrudan akar. Oysa geleneksel turizm talebi büyük çaplı organizasyonlara ve gelişmiş kaynaklara doğrudur. Bu nedenle yerel halkın gelişme dışında kalan bölgelerine ekonomik fayda akışı yoktur.(8) Yerel yönetimlerin denetimi altında, çevreye saygılı yapılaşmada yerel mimari özelliklerin korunmasına, arkeolojik kalıntı ve tarihsel yapıların özgün ortamla uyumunun bozulmamasına özen gösteren bu turizm biçimi yeni yapılanma yerine, varolan yapıların yeniden kullanımını özendirir ve yöresel ekonomik uğraşları korur ve geliştirir.

Ekoturizm politika ve stratejilerinin temel hedefleri:

1. Turizm alanında doğal görünümün korunması, arazi kullanımı estetik ve peyzaj.

2. Toprak kirliliğinin, rüzgar ve su erozyonunun önlenmesi

3. Su, Hava ve Deniz kirliliğinin önlenmesi

4. Atıkların minimuma indirilmesi ve alanların doğaya zarar vermeden yok edilmesi

5. Doğa, ekosistem ve biyolojik çeşitliliğin korunması

6. Enerji tüketiminin azaltılması ve rasyonelleştirilmesi

7. Sosyo-kültürel değerlerin korunması

8. Gürültü ve ışık kirliliğinin önlenmesi

Yürütülecek çalışmada; yukarıda ana başlıklardan her biri sürdürülebilir anlayışa paralel olarak tüm turizm sektöründeki altyapı, tesisler, işletmeler ve aktiviteler konusunda dikkate alınmaktadır.(6)

Bugün hala kavramsal tartışmaların sürdürülmesine karşın, Golf, Dağ, Mağara, Yayla, Yat, Sağlık- Kaplıca, Kültür-Ortinoloji (Kuş Gözetleme)-Botanik (Bitki İnceleme), Kamp Karavan Turizm şekilleri en yaygın ekoturizm biçimleri olarak kabul edilmektedir. Sürdürülebilir Turizm ve Çevre Duyarlılığını yansıtan bu uygulamalara dünyadan birçok örnek verebiliriz. Bugün dünyaca ünlü birçok oteller zinciri işletmelerinde, milli park ve vahşi yaşam ortamlarında ve uluslararası antlaşma ve işbirliklerinde, kampanyalarda bu felsefenin uygulamalarını görmek mümkündür. (ÇAVUŞ,2000,156) Örneğin; Costa-Rica, ülkenin çeşitli ekolojik varlıkları, milli parkları ve vahşi yaşam ortamlarının ticarileşmesi karşısında ekoturizm anlayışını geliştirerek günümüzde ülke genelinde eko-sistemin bütünlüğüne zarar vermeyecek bir ortam yaratmayı başarmıştır. Belize, Ekvator, Meksika, Nepal ve Ruanda gibi ülkeler de Costa-Rica örneğini izlemişlerdir. Ancak, bu olumlu çabaların dünyadaki kirliliğin boyutları düşünüldüğünde gelecek için yetersiz olduğu söylenebilir.

Tüketilmeme özelliğine sahip vahşi yaşam kaynaklarının turizm açısından yeniden değerlendirilmesinin çok önemli bir ekonomik potansiyeli olduğu ve bu tür turizmin eğer iyi bir biçimde yönetilirrse uzun dönemde vahşi yaşam koşullarını korumada iyi sonuçlar vereceği gösterilmektedir. Bu, doğal yerleşim koşullarının ortaya çıkardığı tehditlerin yol açtığı bozulma nedeniylegiderek azalan vahşi yaşam kaynaklarının olduğu durumlarda, özellikle önemlidir. (Türkiye- Manyas Kuş Cenneti ) Ekoturizm yaratacağı ekonomik kazançlar bu rasyoneli ortaya koyabilir. Bu turizmin sürdürülebilir olması için iyi bir biçimde yönetilmesi gerekmektedir. Milli Parklar ve Vahşi Yaşam Hizmet Birimlerinin yanısıra turizmle ilgili tüm birimler bu düşünceleri dikkate alarak yönetim stratejileri oluşturmalıdırlar.(Örnek: Avusturalya- Quennsland Milli Parkları) (WILSON, 2001, 279/288)

6. SONUÇ ve ÖNERİLER

Turizme yönelik stratejilerin mümkün olduğunca geniş tüketici kitlelerini çekebilecek ve bu niteliğini sürdürebilecek kriterlere dayandırılması gerekmektedir. Çünkü, turistik ürün çeşitlendirme aynı zamanda yeni bir turistik istasyon, merkez ya da bölge yaratmak anlamına geleceğinden bu da gerek finansman gerekse insan kaynakları bakımından çok büyük yatırımların yapılmasını ve potansiyel turistik kaynakların optimal kullanımını gerektirir.

Turizm hakkında doğru bir imaj yerleşmesi için kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yerel halk, yaşadığı bölgenin doğal ve kültürel değerleri sayesinde ekonomik bir gelir elde ederek, kısa zamanda bu değerlerin koruyucusu olacaktır.

Turizm tüm kalkınma sorununa toplu çözüm olarak görülmemeli, kalkınma stratejisinin bir bölümünü oluşturduğu kabul edilmelidir. Sektörün gelişmesinde kaynak israfını önlemek için genel amaçlar çerçevesinde devlet-sektör işbirliği gereklidir. Hızlı gelişen bir sektörde araştırma ve bilgi toplama ikinci plana düşebilmektedir. Bu eksikliğin neden olacağı sorunlar göz ardı edilmemeli, hızlı gelişmenin birtakım dengesizliklere neden olacağı hatırda tutulmalıdır. Ülkede varolan potansiyel, eğitimciler, devlet ve özel sektörün birlikte çabalarıyla, araştırma, planlama ve uygulamanın denetimi ile değerlendirilebilecektir. (HUNTER,1988,92) Turizme yönelik ulaşım kapasite ve alt yapıları açısından incelenerek, çevre-dostu, temiz üretim-temiz ürün felsefesine uygun ve sürdürülebilir turizmi gerçekleşmeye yönelik politika ve stratejilerin ve ilgili teknolojilerin belirlenmesine çalışılmalıdır. Bu politika ve stratejilerin hayata geçirilmesi için gerekli mevzuat, düzenleme ve teşvikler konusuna da yer verilmelidir. Bu konuda ilgili bakanlık yada diğer idari kurumların katılımı ve denetimi de oldukça gerekli ve önemlidir.

Araştırma bölgesinin arz ettiği turizm potansiyeli doğrultusunda talep oluşturmalıdır. Doğal kaynakların zorlanması yerine, bu bölge niteliklerine uyan kitlenin bölgeye çekilmesi gereklidir.

Turizm yatırımları esnek ve gelişmeye açık olmalıdır. Turizm sektöründeki dalgalanmalar atıl durumda kalan turistik potansiyel %100 kullanılmamalı, zaman içerisinde birbirini izleyen ve birbirini tamamlayan işlevler yaşama geçirilmelidir. Her işlevin eklenmesini izleyen süreç içerisinde özellikler kaynaklar açısından doyum noktasının, göreceli de olsa ölçülmesi gerekmektedir. Bunun sonucunda yeni işlevlerin nitelikleri daha net bir biçimde ortaya konabilecek ve uygulanıp-uygulanmama konusunda karar verilebilecektir.

Turizm yoğun bir emek sektörü olduğuna göre ve son ürün ancak insan tarafından sağlanabildiğine göre, turizm kararlarında uygulama aşamasında yerel halka öncelik verilmelidir.

Kendi kendini geliştiren ve başarısını yaratan bir endüstri haline getirmek için turizm, yerel halkın karar vermesine ve yerel kapasitelere dayalı yenilenebilir ve sürdürülebilir bir kaynak endüstrisi olarak planlanmalı ve yönetilmelidir.

Turistler gittikleri yerin kültürünü dışlamamalı, aynı zamanda yerel halk da kendi kültürünü tanıtmada zorlayıcı olmamalıdır. Ev sahipleri konukların yaşadıkları ortamın benzerini yaratmaya kendilerini zorunlu hissetmemelidir.

Turist, gideceği yerin özellikleri, toplumsal, ekonomik ve fiziksel yapısı ile ilgili ön bilgilere sahip olmak zorundadır ki, oradaki ortama tam anlamıyla katılabilsin. Özellikle toplumsal açılardan rahatsızlıklar çıkmaması için ön bilgilenmesi zorunludur. Ekolojik Turist, gideceği alanla beraber, genel ekolojik bilgiye sahip insan, demektir. Çevresel değerlerin korunmasında gönüllü davranışlarda bulunurlar. Çevreyi koruma amaçlı olduğuna inandığı zaman turist, daha fazla ücret ödemeyi kabullenmektedir. (TÜRKER,1998,165)

Sürdürülebilir turizm olayında, yerine getirilmesi gerekli asgari sağlık ve konfor sağlamaya yönelik altyapının oluşturulması gereklidir. Aynı zamanda yerel malzemenin kullanıldığı, yöresel mimariyi yansıtan mimari ve mevcut yapı stokunun kullanılmasına öncelik verilmelidir. Doğa içine yayılmış, az yoğun yapılardan oluşan mekanların (açık mekan ağırlıklı) oluşturulması gerekmektedir.

Sürdürülebilir turizmin önünde “etkinlik” vardır. Eylem durumunda dinlenme (örneğin; yürüyüş) önerilmektedir. Turizm çeşitliliğine giderek 12 ay gündemde kalması sağlanmalıdır.

Sürdürülebilir turizmin temel ilkelerinden biri de temiz enerji kullanımıdır. (Güneş, rüzgar, biyomas ve jeotermal enerji). Sürdürülebilirlik kavramı altında planlanan kalkınma hızının gerçekleştirilmesi ve toplumsal refahın arttırılmasında gerekli olan enerjinin dinamik bir program içinde alternatif kaynak çeşitliliği içermesi, hem enerji temininde bir darboğaza girilmemesi hem de enerjinin üretim ve tüketiminde bölgesel şartlara uygun çevresel etkilerini minimize eden bir seçim yapılması olanağı sağlayacaktır.

Özellikle çevre ve su ürünleri ile ilgili sorunların çözümü kısa sürede çözümlenemeyeceğinden bölgesel ve uluslararası uzun dönemli işbirliği gerektirir. (Örneğin:Çernobil Nükleer Santrali’nden çıkan radyasyonun tüm Rusya dahil Avrupa’yı etkilemesi) Bu durum koruma ve kalkınma süreçlerini bir araya getirerek öngörme-önleme yaklaşımıyla, doğal kaynakların yok edilmesinde kaynakta mücadeleyi, gelişme projeleri yardımıyla zararlı politikaların sonuçlarının olumsuzluklarını önceden önlenmesini gerektirmektedir.

Ekoturizmin insanları doğaya çekerken, doğanın daha fazla tahribine yol açma tehlikesi de ilgili politikalarda göz önünde bulundurulmalı ve mutlaka bununla ilgili denetimler oluşturulmalıdır. Amaç, doğanın insana sunduğu değerlerden yararlanılmasını sağlarken, bu değerlerin insanın koruması altında arttırılmasıdır. Gelecekte, dünya turizm hareketinden en karlı çıkacak olanlar doğalarını bozulmadan koruyabilenler olacaktır.

Küreselleşme olgusunun, uluslararası toplumun bu sorunlarla mücadelede sergileyeceği işbirliği ve dayanışma ölçüsünde tüm ülkelerin yararına geliştirilmesi mümkün olabilecektir. Kuşkusuz, küreselleşmenin nimetlerinden zengin ülkeler kadar yoksul ülkelerin de yararlanması uzun dönemli bir hedef olacaktır. Bu hedefe ulaşılmasında, gelişmiş ülkelerin yanı sıra, henüz ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayamamış olan ülkelere de büyük rol düşmektedir. Zira bu süreç, kapsamlı yapısal değişim politikalarının ve merkezi yönetimlerden ziyade bireylerin refah ve özgürlüğüne öncelik tanıyan yaklaşımların uygulanmasını gerektirecektir. Öte yandan, gelişmiş ülkelerin sağlayacağı yardımlar, ancak küreselleşmenin getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya olan ülkelerdeki yönetimlerin bu sorunlarla mücadeledeki kararlılığı oranında başarılı olabilecektir.

KAYNAKÇA

AKSÜ, M. Seha. “Küresel eğilimlerin Turizm sektörü Üzerindeki Etkisi” ANATOLIA, 1997.

AVCIKURT, Cevdet. “Turizmde Sürdürülebilir Gelişme ve Türkiye”, I. Uluslar arası &VII. Ulusal Turizm Kongresi, (29 Kasım-3Aralık), ADÜ& Kuşadası Belediyesi / TÜRKİYE, 1996.

BUTLER, Richard W., Stephen W. BOYD, “Management Ecotourism: An Opportunity Spectrum Approach”, Tourism Management, Vol. 17, No: 8, 1996.

BUTLER, Richard W., Stephen W. BOYD, “Seeing the Forest Through the Trees”, Practicing Responsible Tourism, Edited by Lynn HARRISON..., WB, USA,1996.

ÇAVUŞ, Şenol, A.TANRISEVDİ, “Sürdürlebilir Turizm ve Yerel Ölçekli Bir Sürdürülebilir Turizm Gelişme Modeli Önerisi”, ANATOLIA Dergisi,Yıl:11, Eylül-Aralık 2000.

FİSUNOĞLU, H.Mahir. “Sürdürülebilir Kalkınma Ve Ekonomi”, Sürdürülebilir Kalkınma El Kitabı, 1991.

GODFREY, Kerry, B., “Towards Sustainability?” Practicing Responsible Tourism, Edited by Lynn HARRISON..., WB, USA, 1996.

HANDSZUH, Henryk F., Quality of Tourism Development, Symposium on Tourism Services, WTO, 22-23 February 2001, Geneva/Switzerland.

HUNTER, Michael R. “An Overview of Canadian Hospitality and Tourism”, Tourism Education Consultation Meeting: I (20-25 June 1988), İstanbul No: 5. TUGEV ve Humber College, No: 5.

KÖLETAVİTOĞLU, Tavit; “Turizmin Dünü-Bugünü”, Görüş Dergisi, Ağustos 1998.

MİDDLETON, Victor TC., Rebecca HAWKİNS, Sustainable Tourism; A Marketing Perspective, Butter Worth-Heinemann Linance House, Jordan Hill, Oxford, 1988, p.76.

OLALI, Hasan. Turizm Politika ve Planlaması, İşletme Fakültesi Yayın No: 228, İstanbul, 1990.

SCHUMACHER, E. F. Çev: Osman DENİZTEKİN, Küçük Güzeldir, Cep Kitapları, 1995.

TUNÇSİPER, Bedriye. “Turizm ve Çevre Sorunlarının Ekonomik Analizi”, I. Uluslararası ve III. Ulusal Turizm Kongresi (29 Kasım-3Aralık), ADÜ& Kuşadası Belediyesi / TÜRKİYE, 1996.

TÜRKER, Nuray. “Çevreye Karşı Duyarlılığın Uluslararası Rekabette Bir Strateji Olarak Kullanılması”, Turizm Sektöründe Rekabet Stratejileri Hafta Sonu Seminerleri, T.C. Erciyes Üniversitesi Hafta Sonu Seminerleri V, Nevşehir (23-25 Ekim 1998).

VİELHABER, Armin; “Türkiye Dikkate Alınarak G.O.Ü.’de Turizm”, Türk-Alman Kurulu Yayın Dizisi: 1995 Seminer, Turizmin Sosyo kültürel/ Ekolojik Etkileri Olumlu Şekilde Yönlendirme İmkanları, 1994.

KÜRESELLEŞME SÜRECİ

1980'lerden itibaren çok taraflı ticaret sisteminin uluslararası ticareti serbestleştirmesi dünya ticaretinin artmasına yol açmış; serbest piyasa ekonomisi kavramı giderek daha fazla benimsenmeye başlamış; mal, sermaye, hizmet ve işgücünün ülkeler arasında serbest dolaşımını sağlayan düzenlemeler ağırlık kazanmış; teknolojik gelişmenin sunduğu yeni olanaklar ülkeler arasındaki sınırları daha az belirgin hale getirmeye başlamış; bu gelişmelere koşut olarak, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık güçlenmiştir. Öte yandan, küreselleşmenin etkileri yalnızca ekonomik alanda değil, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda da kendini göstermiştir. Küreselleşme eğilimiyle eşzamanlı olarak demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı gibi kavramlar uluslararası alanda yayılmaya başlamıştır. Küreselleşmenin insanlar için sunduğu yeni fırsatlar ve olanaklara karşılık, dünyanın çeşitli bölgeleri zaman içinde ekonomik kalkınma ve sosyal refah politikalarının bu gelişmelere paralel şekilde ilerletilmesinin getirdiği sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Küresel olarak, dünya toplumu yeni yüzyılın başında yine de eskisine göre daha eşitsizdir. Bunda, küreselleşme sürecinde yaşanan aksaklıkların denetlenmesini sağlayacak mekanizmaların yokluğu da rol oynamıştır.(1) Aşırı yoksulluk ve açlık, gelir dağılımındaki bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan dış borç sorunları, ekonomik ve sosyal dengesizlikler, sağlık ve eğitim sorunları ile işsizlik özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin halklarını etkilemiş; öte yandan bu sorunlardan nispeten daha az etkilenen ve diğerlerine yardım edebilecek konumdaki

gelişmiş ülkelerin gündemine de kaçınılmaz olarak yerleşmiştir. Gelir dağılımında görülen dengesizliklerin yol açtığı yoksulluk, uluslararası güvenlik ve barışın korunmasında giderek ön plana çıkan mücadele alanlarından biri haline gelmiştir. Zira; gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler bakımından günümüzün yeni tehditlerini ve risklerini oluşturan uyuşturucu kullanımı ve trafiği, AİDS gibi bulaşıcı ve ölümcül hastalıkların yayılması, örgütlü suçların yaygınlaşması, yolsuzluk, terörizm, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık gibi sorunların önüne geçilmesi büyük ölçüde yoksulluğun ortadan kalkmasına bağlıdır.(G8 Zirvesi, Cenova, 2001)

2. DÜNYANIN ÇEVRESEL SORUNLARI

Yeni dünya düzeni; demokrasi, insan hakları, pazar ekonomisi çevre sorumluluğunun gelişmesi üzerine kuruluyor. Ekolojik düşünce, çevreden ekonomiye, siyasetten kültüre kadar yaşamın her alanında egemen oluyor ve çevre sağlığı bir lüks değil, sağlıklı bir ekonominin uzantısı oluyor. Sanayi devrimi ile birlikte dünyanın her yerinde madenler ve fosil yakıtlar başta olmak üzere doğal kaynak tüketimleri hızlanmıştır. Nüfusun artmasıyla orman ve tarım alanları aleyhine sanayi ve kent alanları genişlemiştir. Dünya Bankası tahminlerine göre: 2000 yılı dünya nüfusu 6 milyar 54 milyon olup, 2025’de 8 milyarı aşmış olacaktır. Verilere göre artan nüfusun %95 kadarı dar gelirli kesim iken, 2030’larda kentli nüfus kır nüfusunun 2 katına erişecektir.(2) Nüfusu hızla artan dünyamızda birçok yöre doğal olma özelliğini kaybetmekte ve özellikle insan yerleşimlerinin ve medeniyetlerinin beşiği Akdeniz havzasında bu olayın ivmesi daha da hızlı olmaktadır. Dünya Akdeniz çanağı, dünya turist sayısının %31ni, dünya turizm gelirlerinin %26’sını, dünya yatak kapasitesinin %25’ni elinde barındırıyor. BM’ler tahminine göre; 45000km uzunluğundaki bu havza 2000li yıllarda tamamen kirlenecektir.(3) Kentleşme, kitlesel üretimin yanı sıra ulaşım teknolojisindeki gelişmeler, altyapı yatırımlarını, mal ve hizmet taleplerini de hızlandırmıştır. Talepteki hızlı artış gerek coğrafi gerekse teknolojik olarak yeni enerji kaynaklarının aranmasını gündeme getirmiştir. Karbondioksit ve diğer bazı gazların emisyonun artması “sera etkisine” yol açarak, küresel ısınmaya ve kutup buzullarının erimesine, karasal alanların sularla kaplanmasına yol açmaktadır. Gazların yoğun kullanımından kaynaklanan atmosferdeki ozon tabakasındaki delik, öldürücü güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşımını kolaylaştırmaktadır. Tropikal ormanların hızla yok edilmesi, dünyadaki toplam yağmur miktarının azalmasına, dünyanın her geçen gün çölleşmesine ve sulardaki tuzluluk oranının artmasına yol açmaktadır. Sanayideki gaz emisyonlarından kaynaklanan bir sorun da asit yağmurlarının ormanları tahrip etmesidir. Ormanların yok olması erozyon, hammadde kaybı ve yararlı bitki ve hayvan türlerinin neslinin tükenmesine yol açmaktadır. Dünyanın nüfusunun hızla artması kent ve altyapı alanlarının, tarımsal alanları kaplayacak ölçüde gelişmesi, gıda üretiminin azalmasına yol açmaktadır. Daha az alanda daha çok üretim amacıyla kullanılan gübre ve tarımsal ilaçlar toprağın doğal yapısını bozmakta ve verimlilik ömrünün kısalmasına yol açmaktadır. Bu durum insan vücuduna gıda yoluyla daha çok zararlı kimyasal madde girmesine yol açmaktadır. Bu felaketler daha da sıralanabilir; ancak, bu çalışmamızın kapsamını ve boyutlarını aşacak niteliktedir. Dünya kaynaklarından alabildiğine yararlanmayı öngören tüketime dayalı “Savurgan Dünya Görüşüyerini, dolayısıyla artan nüfus artışı ve tüketim nedeniyle bu kaynakların korunmasını öngören “Sürdürülebilir Dünya Görüşüne bırakmaktadır.

BM, 1987 Brundtland Raporu; Sürdürülebilir kalkınmayı “Gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılaşabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünün kuşaklarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlamıştır.(WTO,1998,20) Sürdürülebilir kalkınma, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya olanak verecek şekilde, doğal kaynakların rasyonel yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere yaşabilecekleri bir doğal fiziki ve sosyal çevre bırakmak yaklaşımıdır. Böylesi bir yaklaşım kalkınmanın her aşamasında ekonomik ve sosyal politikalarla çevre politikaların birlikte ele alınıp, entegre bir şekilde uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.(GODFREY,1996,60) Süreklilik kavramı, “atalarımız için lüks olanın bizim için günlük gereksinim haline gelmesi”nden sevinç payını çıkaran yağmacı bir tutumla bağdaşmaz. Süreklilik ekonomisi bilim ve teknolojide temelin bir değişimi anlamına gelmektedir.(SCHUMACHER, 1995,23) O halde bu yaklaşımda, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen ülkelerde çevre politikalarıyla uyumlu, nüfus, gelir dağılımı, eğitim, hukuk, sanayileşme, dış ticaret, bayındırlık politikaları gibi tüm makro ve mikro nitelikteki politikalar birlikte ele alınmaktadır. Çöp ve atık santrallerinin kurulması, cam şişelerin yeniden değerlendirilmesi, kurşunsuz benzinlerin kullanılması, elektrikle çalışan otomobiller, vb. gibi çalışmalar, sürdürülebilir kalkınma stratejisinin konseptini güçlendirirken, bunun yanı sıra bölgelerarası farklılıkların kapatılması, cinsiyet ayırımının ortadan kaldırılması, eğitim seviyesinin yükselmesi, çocuk seks turizminin engellenmesi gibi konular da, sürdürülebilir kalkınma stratejisinin bir unsurudur.

2.1. Sürdürülebilir Kalkınmanın Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Önemi

Kalkınma sürdükçe, bunu sağlayan doğal kaynaklar bileşiminde de değişmelerin olması kaçınılmazdır. Bu durum, hızlı küresel rekabet içindeki G.O.Ü.’leri, kalkınmışlık ölçütlerine ulaşmada ve bunu sürdürebilir kılmada yalnızca ekolojik politikalara değil, diğer tüm eko-politikalarda da uzun dönemli çevresel vizyonlara sahip olmasını gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde daha çok sanayileşme, kentleşme ve metropollerin artışına paralel olarak gelişen üretim ve tüketim artışlarından kaynaklanan çevre sorunları söz konusudur. G.O.Ü.’de ise durum farklıdır. Gelişen sanayiinin yarattığı çevre sorunlarının yanı sıra daha çok azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlar daha ağırlıklıdır. Bu sosyal ve teknolojik ikiliğin temelinde varolan yapısal sorunların başında nüfus artışının yüksek olmasından kaynaklanan baskılar gelmektedir. Bu durum bir yandan tüketim eğilimlerini arttırırken, diğer yandan kırsal kesimin iticiliği nedeniyle altyapının taşıyamayacağı ölçüde bir kentleşmeye yol açmaktadır. Yetersiz sermaye birikimi nedeniyle geri kalmış teknolojilerin yarattığı atıklar çevreyi her geçen gün daha fazla kirletmektedir. Sanayiinin belli bölgelerde kutuplaşması gerek tarım gerekse turizm vb. sektörlerde kaynakların optimal kullanılmamasına yol açarak israfa neden olmaktadır. Organize sanayi bölgelerinin yaygın bir şekilde gerçekleştirilememiş olması sonucu küçük ölçekli sanayi kuruluşlarının kent içinde yer alması çevreyi tahrip eden bir başka unsurdur.(FİSUNOĞLU, 1991, 11) Kalkınma çabasındaki ülkelerde tarım, ormancılık, balıkçılık ve madencilik gibi faaliyetlerin M.G. içindeki payı, toplam istihdamdaki ve ihracattaki payları yüksektir. Başka bir deyişle, söz konusu ülkeler doğal kaynaklara bağımlılıkları yüksek olan ülkelerdir. Bu durum, bu ülke insanların çevreyi kendini yenileyebilme yeteneğinden daha hızlı kullanmaya zorlamaktadır. Gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazla oranda G.O.Ü.’de tropik ormanlar tomruk, tarımsal ve konutsal arazi için tahrip edilmektedir. Nüfus baskısı ve erozyon marjinal arazilerin kullanımını arttırmıştır. Ayrıca, daha sonra turizm sektörü için ayrıntısına gireceğimiz bir başka olumsuz durum da, G.Ö.Ü.’lerin kalkınma çabalarında karşılaştıkları döviz darboğazı ve dış açık sorunlarının bu ülkeleri kirlilik yaratan ve çevreyi kolaylıkla tahrip etme özelliği olan “yabancı sermaye yatırımlarının kabulünde” güçsüz ve özensiz davranmaya itmesidir.

2.2. Ekonomik Büyüme ve Çevre

Gelecekte gelişmiş ülkelerin toplam nüfusunun bugünkünden az olacağı hatırlanacak olursa, dünya nüfusunun çoğunluğunun G.O.Ü.’lerde olacağı anlaşılmaktadır. Bu durum, büyüme ve çevrenin karşılıklı ilişkisini G.O.Ü. için daha da önemli hale getirmektedir. Kalkınma sürdürülebilir olması için gerek fiziki gerekse beşeri sermayeye yapılan yatırımların değeri, kullanılan doğal kaynakların değerine en az eşit olmalıdır.(TUNÇSİPER, 1996, 190) Teknolojik ilerlemeler doğal kaynakların üretim maliyetlerini azaltmaktadır. Ancak, doğal kaynakların kullanımına bağlı olarak toplam arzında meydana gelen azalışlar, doğal kaynakların fiyatlarını arttırmaktadır. Bir yandan bu durum daha fazla çevre tahribine ve ekonomide enflasyonist baskılara yol açarken, diğer yandan da bu kaynağın korunması ve ikamelerinin bulunması yönündeki yatırımlar artmaktadır. Çevreyi korumak amacıyla yada yaratılan kirliliği önlemek amacıyla yapılan harcamalar, diğer üretken alanlardaki kullanılabilecek kaynakların azalmasına yol açacaktır. Bu ekonomik büyümeyi engelleyici bir durumdur. Artık “çevre koruma” bir neden, ekonomik “büyümenin yavaşlaması” ise bir sonuç haline gelmektedir. Çevre kalitesindeki iyileşmenin sağladığı fayda, bunun için katlanılan maliyete eşit ise toplumsal refah reel anlamda değişmeyecektir. Oysa bugün milli gelir hesaplamalarında, doğal kaynakların kullanıma yada varlıklarının değeri dikkate alınırken, tüketilmelerinden doğan zararlar reel olarak hesaplanamamaktadır. Doğan olumsuz dışsallıklar da maliyetlerin reel olarak hesaplanamamasında en önemli neden olmaktadır. Bu nedenlerden ötürü özellikle G.O.Ü.’lerde kirletip sonra temizleme veya doğadan sınırsızca yararlanma yerine bilinçli şekilde doğayı koruyup-kullanma ilkesine önem verilmelidir.(3) Bu çerçevede amaçlanan sonuç, doğru biçimde fiyatlandırılmış ve insan yaşamına kalite katan ürün ve hizmetlerin gezegenimizin ekolojik kapasitelerine uygun nitelikte bir kaynak tüketimine dayalı olarak topluma sunulmasıdır. O halde sorun çevre verimliliği azaltmaksızın, refah artışını gerçekleştirmektir.

3. KÜRESELLEŞME –TURİZM SEKTÖRÜ İLİŞKİSİ

20.yy.daki bilimsel ve teknik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan küreselleşme eğilimleri, artık dünya genelinde hiçbir istisnaya yer bırakmaksızın yaşanmaktadır. Dünyanın yaşamakta olduğu hızlı değişim, tüm sektörleri olduğu gibi turizm sektörünü de etkilemektedir. Dünyanın küçük küresel bir köye doğru gittiği bir zamanda, bu küçülmenin ardında turizmin etkilerini görmemek mümkün değildir. Özellikle küreselleşmenin somut örnekleri olan doğu bloğunun aniden yıkılması, Berlin duvarının yıkılmasının hemen ardından iki Almanya’nın çok kısa bir sürede tek bir ülke haline gelmesi, doğu bloğu ülkelerinin birdenbire serbest piyasa ekonomisine girmeleri ve bazılarının da bundan önemli başarılar elde etmesi, tümüyle dünyadaki küreselleşme eğilimlerinin bir sonucudur. Turizm, dünyada başka farklı kültürlerin varlığını görsel ve işitsel medyadan öğrenen insanlara bu kültürleri yakından tanıma olanağı tanımıştır. Doğu Avrupa’da yaşanan hızlı değişimin yalnız siyasal alanda değil, sosyal ve ekonomik yönleri ile de ele alındığında, en çok ve en çabuk etkisini göstereceği alanın turizm olduğu görülmektedir. Ulaşım araçlarındaki ilerlemeler, seyahatteki demokratikleşme, boş zamanların artması, turizm sektörü üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır. Dünyada küreselleşme ile ilgili düşüncelerin yaygınlık kazanması ile uluslararası seyahate çıkan kişi sayısının yüz milyonlarla ifade edildiği dönemlerin 20yy.’ın son çeyreğine rastlaması tesadüf değildir. Uluslararası turist rakamları ve bu sayılarda artış gösteren dönemlerin son 15-20 yıla tekabül etmesi bu görüşü desteklemektedir. 1950’den 1975’e yalnızca 4 kat artan uluslararası sayısı, 1975-1994 arasında diğer dönemle karşılaştırıldığında 19 kat artmıştır. Görüldüğü üzere uluslararası turist sayısının patlama gösterdiği dönemler ile küreselleşme düşüncesinin dünya gündemine girmesi arasında oldukça yakın bir korelasyon bulunmaktadır. (AKSÜ,1997,43/46)

21. yüzyıl başlarında dünya turizminde gözlenen temel değişim unsurlarına bakıldığında küreselleşmenin bu sektör üzerindeki etkileri ana hatlarıyla belirlenebilir. Bu temel değişim iki ana başlıkta toplanabilir. Birincisi, teknoloji diğeri insan; Birbirinden bağımsız olmayan bu iki unsur küreselleşmenin getirdiği ve getireceği tüm yeni bilgi ve koşulları da üzerinde taşımaktadır.. Küresel yaşamın gereği haline gelen İnternet, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi turizmde de yaygınlaşmış ve bilginin paylaşım hızını arttırmıştır. Bu durum turist profiline de yansıyarak daha bilinçli, sofistike, kültür düzeyi ve beklentisi yüksek bir yapı kazandırmıştır. İnternet yoluyla, gitmeden birçok ülke hakkında bilgi sahibi olmak, ülke seçiminde internetin önemli bir yol gösterici hale gelmesine neden olmuştur. Yine kömünikasyonda ve ulaşımda sağlanan teknolojik gelişmeler insanlara zaman ve serbest dolaşım özgürlüğü sağlamıştır. İnsanların gerek bilgi gerekse zamansal özgürlüklerinin artması, küresel yaşamın dayattığı ve beslediği yaşam kalitesinin yükseltilmesi isteği ve refah artışı ile birleşince, her geçen gün değişik nedenlerle sınırları geçen, geçmek isteyen insan sayısı da artmaktadır. Başka bir deyişle, ekonomik ve siyasi sınırların kalktığı dünyada kültürel sınırları da turizm kaldırmakta. İnsanlar, turizm aracılığıyla kültürlerini ve bilgilerini gittikleri yere götürüp, oradan yeni kazanımlarla dönmektedirler. Seyahat ve boş zaman faaliyetleri, haklar arasındaki bütünleşme açısından çok önemlidir. Turizmin sosyal ve kültürel katkısı, sadece onun yararlı etkisiyle sınırlı değildir. Bu nedenle, turizmin küreselleşmenin hızlanmasında en önemli faktör söylenebilir. Turizm küreselleşmeyi hızlandırırken, bu sektörün yaşadığı sorunlarda ulusal veya bölgesel olmaktan çıkmış, küresel bir niteliğe bürünmüştür. Sorunlar ulusal devletin sınırları içinde başa çıkılabilecek sorunlar değildir. Enformasyon nasıl ulusal sınırları tanımıyorsa, kirlilikte tanımamaktadır.(KUTLU,1995,131) Turizmin ana hammaddesi olan doğal kaynaklar, kültürel tarihsel çevre tek bir ulusun değil, insanlığın malıdır. Bu açıdan bakıldığında, Turizm ve küreselleşme arasındaki karşılıklı ilişki her iki yönde de hızlanmaya sebep olurken, uluslarüstü çevresel sorunlar da sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Sınırların ve mesafelerin önemini yitirdiği küreselleşme süreci içinde ve hızlı ulaştırma ile etkin haberleşme ortamında gelecek on yılların egemen sektörü olacağı tartışmasız kabul görüyor. Uluslararası turizm bugün dünya ülkelerinin %83’nün en önemli 5 kategorisinden biridir; en azından %38’nin döviz kazanmada temel kaynağıdır. GSMH içindeki payı çeşitli gelişmiş ülkelerde %3 ile %10 arasında pay alırken, küçük ada ülkelerinde ve GOÜ’de %40’ı oluşturmaktadır. Emek- yoğun bir sektör olarak büyük bir istihdam ve vergi geliri kaynağıdır. 2020’de uluslararası turizm hareketlerinin yaklaşık 1.6 milyara ulaşacağı beklenmektedir. Şimdiki ekonomik ve sosyal trend devam ederse, dünya nüfusunun şu andaki %7 sinden daha fazlasının uluslararası seyahat hareketinden etkileneceği açıktır.(HANDSZUH,2001,5) Bu gelişmeler yalnızca niceliksel değil aynı zamanda niteliksel farklılaşmalarda göstermektedir. Bu alandaki çalışmalar 21.yy.’da turizm talebini belirleyen en önemli etkenin çevre olacağını göstermektedir. Bu gelişmeler karşısında teorisyenler ve planlamacılar bir taraftan “turizmde sürdürülebilir gelişme” kavramını ortaya atarken diğer taraftan turizmin yeni biçimlerini tartışmaya açmıştır. Her endüstri gibi, turizmde doğrudan doğal kaynaklar ve toplumun mirasını kullanmaya bağlı olduğundan bu durum bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik kalkınmada artık koşul haline gelmiş olan sürdürülebilirlik kavramı, turizm alanında da merkezde yer almaktadır.

Dünyadaki değişimin diğer bir boyutu ise dünyanın pek çok ülkesinde yaşayan kişilerin aktif olarak turizm talebinde bulunmaya başlamalarıdır. Küreselleşme eğilimleri, makro düzeydeki turistik ürün üzerindeki etkileri oluşturmuştur ve turizm sektörleri değişen yeni şartlara uyum sağlama süreci içerisine girmişlerdir. Değişen yeni şartlara uyum sağlayamayan ülkelerin turizm alanında geri plana düşmeye mahkum oldukları görülmektedir. Tüketici artık daha kaliteli işletmeleri ve daha kaliteli hizmet anlayışını tercih etmektedir. Çevre bilinci ve çevre konusundaki değerlendirmeler, tüm sektörlerden belki de daha fazla turizm sektöründe de satın alma kararlarını ve pazarı etkilemektedir. Bu olgular ülkeleri, tüm yıla yaygın turizm ve yeni ürün politikaları geliştirmeye, daha kaliteli turistik ürün sunmaya ve bazı turizm ürünlerinde uzmanlaşmaya zorlamaktadır. Örneğin, kutuplara seyahat, sualtı turizmi, çiftlik turizmi, dağ, nehir, mağara, köy turizmi gibi, alternatif turizm türleri daha da gelişmeye başlamıştır. Bunun sonucunda ülkeler hizmet kalitelerini arttırmakta ve artık daha bilinçli ve eğitim düzeyi daha yüksek turistlerin kendi ülkelerinde tatillerini geçirmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu konuda ortaya bazı sorunlar çıkmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yasalarla henüz yeterince emniyet altına alınmamış, henüz tam olarak korunmamış, ekolojik olarak duyarlı ekonomik faaliyet alanları –ki bunların başında ormanlar, balıkçılık, biyolojik çeşitlilik ve madenler gelir- küreselleşmenin paralelinde büyüyen ulussuz sermayenin tehdidi altındadır. Yani başka bir deyişle, ev sahibi ülkedeki yasal boşluklar, yağmur ormanlarının belki satın alınmasına, kiralanmasına, tıraşlanmasına, göller ve sahil şeritlerinin gelişmiş teknolojilerin yardımı ile insafsız bir balıkçılık faaliyetinin hedefi olmasına yol açabilmektedir. Bu yasal boşlukların yanı sıra, serbest piyasa ekonomisinin getirdiği gümrük, kota vb. ticaret engelleyici engellerin kaldırılması isteği çerçevesindeki “çevre standartlarının yükseltilmesine engel olunması” bu tehdidi daha da artırmaktadır. Alınması düşünülen, neo-liberalleştirme önlemleri sonucunda yatırım yeri olma konusunda ortaya çıkacak rekabet, pek çok ülkenin Hükümetini yatırım engellerini ortadan kaldırmaya yöneltecektir. Çevre koruma düzeyi zaten düşük olan pek çok ülkede yatırım hedefi olarak cazibesini korumak ve arttırmak amacıyla Hükümetler, çevre standartlarını yükseltici uluslar arası sözleşmelere imza koymaktan kaçınacaklardır.(4)

Çokuluslu otel işletmeleri küreselleşme eğilimleri ile birlikte, dağıtım kanallarında daha karmaşık örgüt yapıları içine girmeye başlamışlardır. Ortaya çıkan yeni oluşumlar sunulacak olan mal ve/veya hizmetin maliyet yapısının belirlenmesini güçleştirirken, belirlenecek olan fiyatın da, çoklu örgütlenme yapıları arasında yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak fiyatlama küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan ve günden güne artarak gelişen rekabet ortamında, işletmelerin ayakta kalmasına etki eden önemli bir faktör olmaktadır.(5) Ancak 1991-Körfez savaşı, 11 Eylül Saldırısı olayındaki gibi bugün dünyanın her hangi bir noktasında meydana gelen bir değişiklik tüm dünya piyasalarına hızla yayılıp ulusal fiyatları etkilemektedir.(WTO,2001,9) Böylesi küresel boyuta hızla yayılan ekonomik krizler altyapı yatırımlarını da etkileyerek hükümetleri, turizme yapılacak altyapı yatırımları miktarında kısıtlamaya gitmeye zorlamaktadır. (Örneğin: Türkiye’de 2000-2005 için %40 kamu altyapı yatırımları azaltılacaktır.) Daha da önemlisi, fiyat esnekliğinin yüksek olduğu turizm sektöründeki işletmeler böylesi durumlarda günü kurtarma kaygısı ile, genelde de tasarruf politikası adına işgücü ve tüketim malzemeleri konularında hizmet kalitesini ikinci plana itmektedirler. Oysa, turizm sektörünün geleceği, doğrudan hizmet kalitesinin niteliğine paralel olarak gelişecektir. Fiyat ve kalite dengesini kuramayan hiçbir ticaretin yeni ekonomide yaşama şansı bulunmamaktadır. Turizm gibi sınır tanımayan ve dünya konjonktüründen çok çabuk ve ciddi etkilenen hassas bir sektörün yönlendirilmesi artık tesadüfi karar ve oluşumlara değil, uzun vadeli ve kararlı politikalara dayandırılmak zorundadır. Sorunlara köklü ve uzun vadeli çözüm önerileri ile yaklaşmak ve sektörde yeniden yapılanmayı sağlamak suretiyle dünya gündemindeki konulara ilişkin duyarlı strateji, taktik ve tedbirler geliştirebiliriz.(KÖLETAVİTOĞLU,1998,46)